Depresyonun Portresi
Çevremde depresyonun nasıl bir şey olduğunu bilmeyen insanlar var. Belki onları şanslı olarak adlandırabiliriz. Sonuçta onların sürekli savaşmak zorunda oldukları, kaçamadıkları bir iblisleri yok. Bu sebepten dolayıdır belki de, ya da kör olmamalarına rağmen görmeyi bilmediklerinden de olabilir ki bu "şanslı" insanlar depresyonu anlamlandıramazlar. O yüzden sanırım onlarla bir arada olduğumda bana bir ağırlık çökerdi çünkü bilirdim beni anlayamacaklarını. Bir fırçam olsaydı çizebilirdim belki onlara depresyonumun portresini.
Sanırım ilk önce gri bir renk elde ederdim boyalardan ama koyu bir gri. Onunla boyardım tuvalin hepsini, bir çeşit arka plan yaratırdım. Çünkü depresyonla boğuşurken bana dünya hep gri geliyordu. Mutluluğun, sevincin, heyecanın o canlı renkleri yoktu hiç. Hüznün mavisi de yoktu. Acının o kırmızılığı da. Oysa depresyonla boğuşurken en derinden hissettiğim acının ta kendisiydi. Sanki ruhumun fiziksel bir versiyonu vardı ve sürekli yaralanıyordu, acı çekiyordu, kanıyordu ve kırmızıya bürünüyordu. Ama yine de dünya griydi ben depresyondayken. Belki de bu griliğin sebebi hiçbir şeyden zevk alamamaktı. Çünkü depresyonun en güzel hediyelerinden biri aslında bu. Sana kendini unutturuyor. Her şeyden elini ayağını çekmeni sağlıyor. Acı gerçek de burada başlıyor ,zevk almayı bıraktığında hayatın ne kadar boktan olduğunu fark ediyor insan. İçinde yaşadığımız toplumun ne kadar bencil, adaletsiz ve insafsız olduğunu tamamıyla görmeni sağlıyor depresyon. Ve gözleri açıldıkça insan değersizliğini anlıyor. Her nefes alışında değersizlik hissini vücuduna alıyorsun ve hücrelerinin bunu enerji olarak kullanmasına izin veriyorsun. Bundan besleniyorsun adeta. Ve biliyorsun ki nefes almayı kestiğinde her şey sona erecek.
Bu griliğin üstüne iblisimi çizeceksem kullanmam gereken renk siyah. Çünkü aslında depresyon seni derinliğine çeken bir karanlık. Bu sebepten benim iblisim de simsiyah gözüküyor. Ki şundan eminim böyle karanlık bir siyahı hiçbiriniz görmemişsinizdir. Ama iblisimin karanlığı sizi şaşırtmasın çünkü oldukça arkadaş canlısıdır kendisi. Asla ama asla yanından ayrılmaz.
Depresyonum benim bir parçam değildi aslında, ben onun bir parçasıydım. Beni sarıp sarlamıştı ve bırakmamaya ant içmişti. Bunu gerçekten yapması gereken çoğu insanın aksine. Ben onun beni ele geçirmesine izin vermiştim. Gerçi bunun olmaması da imkansız çünkü depresyon oldukça ikna edici. Sürekli iletişim halinde. Ruhuna, en derinliklerine artık vazgeçmen ve kendini onun kollarına bırakman gerektiğini sana tatlı tatlı anlatabilir. Sen istemezsin ama yalvarırsın ona; "Lütfen! Lütfen! Lütfen! Yaşamak istiyorum!" diye içten içe çok hevesli olmasan da yalvarırsın. Göremesen de önünü denemek istediğini bilirsin o yüzden fırçanı alırsın eline ve tuvaline başka renkler katmaya çalışırsın. Ne yazık ki çoğu zaman o karanlık siyah renk diğerlerini bastırır, sen de hiç uğraşmamışsın gibi tuvaline bakakalırsın. Tuvali boyayabilmen için tuvali boyamayı seçmen gerekir, yoksa boşuna uğraşır durursun. Depresyonun sana bir seçim hakkı sunar; devam etmek istiyor musun, gelecekte neler olacağını görmek istiyor musun? Bu noktada tamamıyla kendine ait bir seçim yapman gerekir. Ve sen devam etmeye hazır olduğunda işte o zaman tuvale başka renkler katabilirsin yavaş yavaş ve elinde kalan yarım yamalak gücünle.
P.S.: Bu yazının şarkısı adeta benim adıma yazıldığını düşündüğüm Taylor Swift- This is Me Trying.
P.S.2: At least i am trying...